Ottoman Turkish
MEŞHÛDİYET : Ottoman Turkish
görünürlük
MEŞHÛDÂT : Ottoman Turkish
görülenler
MEŞHÛN : Ottoman Turkish
sevinçli
MEŞHÛR : Ottoman Turkish
ünlü
MEŞİET : Ottoman Turkish
Meşiyyet. Dilemek. İrade. Arzu. Matlub. Murad. İstek
MEŞİET-İ HÂSSA-İ İLÂHİYYE : Ottoman Turkish
Allah'a ait, O'na mahsus meşiet, dilek, arzu ve işler
MEŞİH : Ottoman Turkish
Göğsü çukur, kanbur
MEŞİHAT : Ottoman Turkish
Mürşidlik, şeyhlik. * Eskiden İstanbul'da din işlerini tedvir eden Osmanlı Devletinin Diyanet İşleri Dairesi
MEŞİHAT-I İSLÂMİYYE : Ottoman Turkish
İslâmî işlerin ilmî mes'eleleri ile uğraşan devlet dairesi.(Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiyye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul'un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimad edebilsin. Hem menba', hem ma'kes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkiyle ifa edebilsin.Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve tadil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatden çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevidir ki, şûralar o ruhu temsil eder.şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şura-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevi olmak gerektir. Tâ ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan, sırat-ı müstakime sevkedebilsin. Yoksa ferd dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevisine karşı sivri sinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye maruz bırakıyor.Hatta diyebiliriz, şimdiki za'f-ı diyânet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaydlık ve içtihadâtdaki fevza, Meşihatın za'fından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü, haricde bir adam re'yini, ferdiyete istinad eden meşihate karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûraya istinad eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır.Her müstaid çendan içtihad edebilir. Lâkin içtihadı o vakit düstur-ul-amel olur ki, bir nevi icma' veya cumhurun tasdikine iktiran eder. Böyle bir Şeyh-ül-islâm mânen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı garrada dâima icma' ve rey-i cumhur, medar-ı fetva olduğu gibi, şimdi de fevza-i âra' için, böyle bir faysala lüzum-u kat'i vardır. R.N.)
MEŞİK : Ottoman Turkish
İnce uzun nesne. * Giyilmiş kaftan
MEŞİM : Ottoman Turkish
Benli kimse
MEŞİME : Ottoman Turkish
(C.: Meşâim) Dölyatağı, ana rahmi
MEŞİYYET : Ottoman Turkish
(Bak: Meşiet)
MEŞK : Ottoman Turkish
Yazı örneği. Öğretici yazı. * Bir şeyi uzatmak. * Uzun uzun yazmak. * Bilmeyene bir şeyi öğretmek. * Sür'at, hız
MEŞK : Ottoman Turkish
alıştırma, örnekleme
MEŞKA : Ottoman Turkish
Fark edip ayıracak yer
MEŞKUK : Ottoman Turkish
şekli, şüpheli. Kendinden şüphe edilen
MEŞKUKİYET : Ottoman Turkish
Şüphelilik. Şüpheli oluş
MEŞKUL : Ottoman Turkish
Ön ayaklarıyla arka ayağının birisi bileklerine varana kadar beyaz olan at
MEŞKUR : Ottoman Turkish
Şükre lâyık olan. Teşekküre ve kendine şükredilmeğe lâyık olan. Kendine şükür arzolunan. Az şükredene çok ihsan eden
MEŞKÂ : Ottoman Turkish
şikâyet etmek
MEŞKÛ : Ottoman Turkish
Şikâyet etmek
MEŞKÛK : Ottoman Turkish
şüpheli
MEŞKÛR : Ottoman Turkish
şükre lâyık olan
MEŞKÜVV : Ottoman Turkish
Kendinden şikâyet olunan
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani