Ottoman Turkish
MİRADE : Ottoman Turkish
Mancınık taşı
MİRADES : Ottoman Turkish
(C: Merâdis) Kuyu içinde su var mıdır diye bilmek için bıraktıkları taş. * El değirmeni
MİRAH : Ottoman Turkish
Sürur, neşat, sevinç
MİRALAY : Ottoman Turkish
Alay kumandanı. Albay
MİRALAY : Ottoman Turkish
albay
MİRAN : Ottoman Turkish
(C: Mârin) Vahşi canavar yatağı
MİRAN AŞİRETİ : Ottoman Turkish
Cizre havalisinde Bühti ismi ile de anılan bir aşiret adı
MİRAR : Ottoman Turkish
Kerreler. Def'alar
MİRAREN : Ottoman Turkish
Defalarca, birçok kere
MİRAS : Ottoman Turkish
"Ölen kimseden akrabalarına ve yakınlarına kalmış olan mal, mülk.( $ olan hükm-ü Kur'anî, mahz-ı adâlet olduğu gibi, ayn-ı merhamettir. Evet adâlettir. Çünki; ekseriyet-i mutlaka itibariyle bir erkek, bir kadın alır, nafakasını taahhüt eder. Bir kadın ise, bir kocaya gider, nafakasını ona yükler; irsiyetteki noksanını telâfi eder. Hem merhamettir, çünki: O zaife kız, pederinden şefkate ve kardeşinden merhamete çok muhtaçtır. Hükm-ü Kur'ana göre o kız, pederinden endişesiz bir şefkat görür. Pederi ona, ""Benim servetimin yarısını, ellerin ve yabanilerin ellerine geçmesine sebeb olacak zararlı bir çocuk"" nazariyle endişe edip bakmaz. O şefkate, endişe ve hiddet karışmaz. Hem kardeşinden rekabetsiz, hasedsiz bir merhamet ve himayet görür. Kardeşi ona, ""hânedanımızın yarısını bozacak ve malımızın mühim bir kısmını ellerin eline verecek bir rakib"" nazariyle bakmaz; o merhamete ve himayete bir kin, bir iğbirar katmaz. Şu halde o fıtraten nazik, nâzenin ve hilkaten zaife ve nahife kız, sûreten, az bir şey kaybeder; fakat ona bedel akaribin şefkatinden, merhametinden, tükenmez bir servet kazanır. Yoksa rahmet-i Hak'tan ziyade ona merhamet edeceğiz diye hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şedit bir zulümdür. Belki zaman-ı câhiliyette gayret-i vahşiyaneye binaen kızlarını sağ olarak defnetmek gibi gaddarâne bir zulmü andıracak şu zamanın hırs-ı vahşiyanesi, merhametsiz bir şenâate yol açmak ihtimali vardır. M.)"
MİRAS : Ottoman Turkish
ölen kimsenin yakınlarına kalan malı
MİRASHAR : Ottoman Turkish
f. Mirasyedi. Kendine kalan mirası yiyen. Mirashor
MİRAZZA : Ottoman Turkish
Harmanı sürecek döven
MİRBA : Ottoman Turkish
Ganimet malının dörtte biri
MİRBA (MİRBÂE) : Ottoman Turkish
Gözcülerin üstüne çıkıp baktıkları yüksek yer
MİRBAA : Ottoman Turkish
Asâ, değnek, sopa
MİRBAT : Ottoman Turkish
Davar bağlanacak bağ
MİRBED : Ottoman Turkish
(C: Merâbid) Ev içinde olan küçük hücre (içine esvap koyarlar). * Davar ahırı. * Davar duracak yer. * Hurma kuruttukları yer
MİRCEL : Ottoman Turkish
(C.: Merâcil) Kazan
MİRDA : Ottoman Turkish
Gemicilerin kullandıkları uzun ağaç
MİRDİYAN : Ottoman Turkish
(Mirdiyane) Mersin ağacı
MİREMME : Ottoman Turkish
Sığır ve deve gibi tırnaklı hayvanların dudağı
MİRFA(T) : Ottoman Turkish
İttifak etmek, bir olmak, birleşmek
MİRFAK : Ottoman Turkish
Dirsek. * Mutfak. Kiler. * Semânın şimal tarafında bir yıldız ismi
MİRFAKA : Ottoman Turkish
Dirsek yastığı
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani