Multilingual Turkish Dictionary

Turkish Risale

Turkish Risale
MUALECAT : Turkish Risale

Tedâviler, ilâç kullanmalar. * Bir hususta çalışmalar

MUALECE : Turkish Risale

Bir hususa çalışıp devam etmek. * Hastaya bakmak. İlâç kullanmak, ilâç vermek. * Bir işe teşebbüs, bir işe girişmek

MUALLA : Turkish Risale

Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek

MUALLAK : Turkish Risale

Askıda. Hakkında karar verilmemiş, hallolunmamış. * Havada boşta duran. * Sürüncemede kalmış iş. * Edb: Açık hece, bir vokalle okunan hece. (Bak: Müsned)

MUALLEKA : Turkish Risale

(C.: Muallekat) Askılar. Henüz karar verilmemiş olanlar. * Kocası kaybolan kadın. * İslâmiyet'ten evvel Arabların meşhur edib ve şâirlerinin Kâbe duvarına astıkları yazılar ve şiirler

MUALLEKAT-I SEB'A : Turkish Risale

(Yedi askı) Kur'ân henüz nâzil olmadan, câhiliyet devrinde meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden, Kâbe'nin duvarına astıkları yedi meşhur kaside.(Ceziret-ül Arab ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibariyle ümmi idi. Ümmilikleri için mefâhirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsâllerini kitabet yerine şiir ve belâğat kaydiyle muhafaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâgat cazibesiyle eslâftan ahlâfa hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu ihtiyac-ı fıtri neticesi olarak o kavmin mânevi çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revac bulan, fesâhat ve belâgat metâı idi. Hattâ bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millisi gibi idi. En ziyâde onunla iftihar ediyorlardı. İşte İslâmiyetten sonra âlemi zekâlariyle idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatta akvâm-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar kıymetdar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musâlaha ediyorlardı. Hattâ onların içinde "Muallekat-ı Seb'a" nâmiyle yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe'nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı. İşte böyle bir zamanda, belâgat en revaçlı olduğu bir anda Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyan nüzul etti. Nasılki, zamân-ı Musâ Aleyhisselâm'da sihir ve zaman-ı İsâ Aleyhisselâm'da tıb revaçta idi. Mu'cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte o vakit bülegâ-yı Arabı, en kısa bir suresine mukabeleye dâvet etti: $ fermaniyle onlara meydan okuyor. Hem der ki: "İman getirmezseniz mel'unsunuz. Cehennem'e gireceksiniz." Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidâyeten idam-ı ebedî ile ve sonra da Cehennem'de idâm-ı ebedî ile beraber dünyevî idam ile de mahkûm ediyor. Der: "Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir."İşte eğer muâraza mümkün olsaydı acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muâraza edip dâvâsını ibtal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkilâtlı muharebe tariki ihtiyar edilsin! Evet o zeki kavim, o siyasi millet ki, bir zaman âlemi, siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terketsin! En tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir? Çünki: Edipleri, birkaç hurufatla muâraza edebilseydi; Kur'an, dâvasından vazgeçerdi. Onlar da maddi ve mânevi helâketten kurtulurlardı. Halbuki, muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek, muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bissüyufa mecbur oldular. Hem, Kur'anı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep var. Birisi, düşmanın hırs-ı muârazası; diğeri, dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki sâik-ı şedid altında milyonlar Arabi kitablar yazılmış ki hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun her kim O'na ve onlara baksa kat'iyyen diyecek ki: "Kur'an, bunlara benzemez. Hiçbirisi onu tanzir edemez." Şu hâlde, ya Kur'an, bütününün altındadır. Bu ise bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir. Veya Kur'an, o yazılan umum kitabların fevkindedir. S.)

MUALLEKİYYET : Turkish Risale

Muallak olma, askıda oluş, boşta durma

MUALLEL : Turkish Risale

Sakat, eksik, noksan. * Hasta, illetli

MUALLEM : Turkish Risale

Ta'lim görmüş, ta'limli

MUALLEM ASKER : Turkish Risale

Tâlim görmüş asker

MUALLÎ : Turkish Risale

Yücelten, yükselten. * Sağılır davarın sağ tarafından sağmaya varan kişi

MUALLİL : Turkish Risale

Ta'lil eden. Sonradan bir sebeb ve bahane ileri süren. * Eyyam-ı acuzdan bir gün

MUALLİM : Turkish Risale

Ta'lim eden, öğreten, ilim öğreten

MUALLİME : Turkish Risale

Hanım hoca. Öğreten ve tâlim eden kadın veya kız

MUALLİMÂT : Turkish Risale

Öğretici kadınlar, kadın hocalar

MUALLİMÎN : Turkish Risale

Muallimler. Hocalar, ta'lim edenler, öğretenler

MUAMELAT : Turkish Risale

(Muâmele. C.) Muameleler

MUAMELE : Turkish Risale

(C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş

MUAMERE : Turkish Risale

İmaret etmek

MUAMMA : Turkish Risale

(Amâ. dan) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl

MUAMMEM : Turkish Risale

Başı sarıklanmış. İmamelenmiş. Sarıklı olan

MUAMMER : Turkish Risale

Ömür süren. Çok yaşamış. Uzun ömürlü, bahtlı

MUAMMERÎN : Turkish Risale

(Muammer. C.) (Ömr. den) Muammerler. Uzun ömürlü kimseler

MUAMİL : Turkish Risale

(Amel. den) İş yapan. Muamele yapan. Muameleci

MUAN'AN : Turkish Risale

An'aneli. Senedli. Kimden kime haber verildiği şâhid ve râvilerin isimleri ile bildirilmiş olarak