Multilingual Turkish Dictionary

Turkish

Turkish
ŞAYAN-I SENAÂ : Ottoman Turkish

Sena edip övmeğe lâyık olan

ŞAYAN-I TEMAŞA : Ottoman Turkish

f. Görülmeğe değer olan

ŞAYANTER : Ottoman Turkish

f. Daha lâyık, çok lâyık. Elyak

ŞAYESTE : Ottoman Turkish

f. Şayan, uygun, yaraşır, lâyık. * Nümune

ŞAYESTEGÎ : Ottoman Turkish

f. Uygunluk, liyâkat

ŞAYET : Ottoman Turkish

"f. (""Lâyık, yaraşır, şâyân"" mânâsına gelen ""Şâyesten"" mastarından) Şart veya ihtimal gösterir: ""Eğer, belki, olur ki"" gibi."

ŞAYGAN : Ottoman Turkish

f. Uygun, lâyık, münâsib, sezâ. * Bol, çok, mebzul

ŞAYGANÎ : Ottoman Turkish

f. Çokluk, bolluk, mebzuliyet. * Münasiblik, lâyıklık, uygunluk

ŞAYİ' : Ottoman Turkish

(Şüyu'. dan) Duyulmuş, işitilmiş, şüyu' bulmuş, herkesçe bilinmiş. * Ortaklar arasında taksim olunmamış müşterek hisse

ŞAYİA : Ottoman Turkish

(Şuyu'. dan) Yayılmış haber, mütevatir. Söylenti

ŞAYİB(E) : Ottoman Turkish

(C.: Şevâyib) Ayıp. Noksan. * Pis, murdar. * Saçı ve sakalı beyazlamış olan kimse

ŞAYİFE : Ottoman Turkish

Dişleri fazla olan kimse. (Müe: şefvâ)

ŞAYK : Ottoman Turkish

Dağ, cebel

ŞAYIK : Ottoman Turkish

Nefsi bir şeye yönelen

ŞAZ : Ottoman Turkish

(Bak: şazz)

ŞAZELÎ : Ottoman Turkish

(Ebu Hasan Şazelî) Nureddin Ebu Hasan-ı Şazelî de denildiği gibi Ali bin Abdullah diye de anılmaktadır. Tunus'lu olup Şazeliye Tarikatı kurucusu olarak bilinir. Tasavvufî, ilmî bir çok eseri vardır. Tarikatının tekke ve zaviyesi yoktur. Hicri 654 yılında Mekke-i Mükerreme'ye giderken sahrada dâr-ı bekaya hicret etmiştir. (R. Aleyh)

ŞAZİB : Ottoman Turkish

Vatanından başka bir tarafa giden kimse

ŞAZİYYE : Ottoman Turkish

(C.: Şezâyâ) Kavis, yay. * Ağaç kıymığı gibi, bir şeyden kopmuş parça. * Kırılan kemikten meydana gelen parçalar. * İncik kemiği

ŞAZZ : Ottoman Turkish

(Şâzze) Kaide hârici olan. Umumi nizamdan ayrılmış olan, müstesna bulunan

ŞE'N : Ottoman Turkish

İş, yeni olan hal. * Şan. * Tavır. * Hâdise. * Vâkıa. * Kasdetmek. * Emr ü hal. * Tıb: Baştan göze gelen kan damarı. Baştan kaşa, kaştdan göze kan getiren iki damar ismi. * Fls: Bir şeyin hususiyetinin fiilî tezâhürü, neticesi ve eseri.(Hakkın şe'ni ittifaktır, faziletin şe'ni tesanüddür. Düstur-u teâvünün şe'ni birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe'ni uhuvvettir, incizabdır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe'ni saadet-i dâreyndir. S.)

ŞE'V : Ottoman Turkish

Geçmek, takaddüm eylemek. * Son, nihayet. * Devenin yuları. * Zembil. * Kuyudan kazıp toprak çıkarmak. Kuyudan çıkan toprak. * Kaygan

ŞE'Z (ŞE'S) : Ottoman Turkish

Kaba ve katı

ŞEA' : Ottoman Turkish

Dağılıp parçalanmak

ŞEABİB : Ottoman Turkish

(Şü'bub. C.) (Bak: Şü'bub)

ŞEAF : Ottoman Turkish

Hırs. * Mübâlağa. * Kalbin aşktan yanması