Ottoman Turkish
TERAHHUMÂT : Ottoman Turkish
merhamet etmeler
TERAHHUS : Ottoman Turkish
İzinli ve müsaadeli olma. Ruhsat bulma. * Ucuzlama
TERAHİ : Ottoman Turkish
İşde gayretsizlik, gevşeklik, ihmal. * Uzaklaşma. * Sonraya bırakma. * Gecikme, geç kalma. * Geri durma, geri çekilme
TERAHÜN : Ottoman Turkish
Karşılıklı olarak rehin vermek
TERAİB : Ottoman Turkish
(Teribe. C.) Tıb: Göğüs kemikleri. Kaburga kemikleri. Gerdanlık yeri
TERAK : Ottoman Turkish
f. Yarık, çatlak. * Gürültü, çatırdı
TERAKİB : Ottoman Turkish
(Terkib. C.) Terkibler. * Gr: İki veya daha çok kelimeden meydana gelen birleşik kelimeler. Tamlamalar
TERAKKİ : Ottoman Turkish
İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme. * Artma, çoğalma. * Bilgi ve medeniyetçe yükseliş.(Terakkimizin şartı:
Mesailerin tanzimi
Emniyet
Teavün düsturunun teshilidir.) (H.Şâmiye)
TERAKKİ : Ottoman Turkish
ilerleme, yükselme
TERAKKİCU : Ottoman Turkish
f. Terakki isteyen, terakki taraftarı
TERAKKİPERVER : Ottoman Turkish
f. Terakkiyi seven. İlerlemeyi seven
TERAKKİVÂRÎ : Ottoman Turkish
terakki eder gibi
TERAKKİYÂT : Ottoman Turkish
"(Terakki. C.) Terakkiler. Yükselişler. İlerlemeler.( $ Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın dâva-yı hilâfet-i kübrâda mu'cize-i kübrâsı, talim-i esmâdır"" diyor. İşte sair enbiyanın mu'cizeleri, birer hususi hârika-i beşeriyeye remzettiği gibi, bütün enbiyanın pederi ve divan-ı nübüvvetin fatihası olan Hazret-i Âdem Aleyhisselâm'ın mu'cizesi umum kemâlât ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine sarahate yakın işaret ediyor. Cenab-ı Hak (Celle Celâlühü), mânen şu âyetin lisan-ı işaretiyle diyor ki: ""Ey benî-Âdem! Sizin pederinize, melâikelere karşı hilâfet dâvasında rüçhaniyetine hüccet olarak, bütün esmâyı tâlim ettiğimden, siz dahi, mâdem O'nun evlâdı ve vâris-i istidadısınız. Bütün esmayı taallüm edip, mertebe-i emânet-i kübrâda, bütün mahlukata karşı, rüçhaniyetinize liyâkatınızı göstermek gerektir. Zira kâinat içinde, bütün mahlukat üstünde en yüksek makamata gitmek ve zemin, gibi büyük mahlukatlar size musahhar olmak gibi mertebe-i âliyeye size yol açıktır. Haydi ileri atılınız ve birer ismine yapışınız, çıkınız!... Fakat sizin pederiniz, bir def'a şeytana aldandı, cennet gibi bir makamdan ruy-i zemine muvakkaten sukut etti. Sakın siz de terakkiyatınızda şeytana uyup Hikmet-i İlâhiyyenin semâvâtından, tabiat dalâletine sukuta vasıta yapmayınız. Vakit bevakit başınızı kaldırıp Esmâ-i Hüsnâma dikkat ederek, o semâvâta uruc etmek için fünunuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbâları ve hakikatları olan Esmâ-i Rabbâniyyeme çıkasınız ve o esmânın dürbünüyle, kalbinizle Rabbinize bakasınız...Bir nükte-i mühimme ve bir sırr-ı ehemm şu âyet-i acibe, insanın câmiiyet-i istidadı cihetiyle mazhar olduğu bütün kemâlât-ı ilmiye ve terakkiyat-ı fenniye ve havârık-ı sun'iyeyi ""Tâlim-i Esmâ"" unvaniyle ifade ve tabir etmekte şöyle lâtif bir remz-i ulvi var ki: Herbir kemâlin, herbir ilmin, herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyesi var ki; o hakikat, bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemalât, o san'at; kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir...Meselâ: Hendese bir fendir. Onun hakikatı ve nokta-i müntehâsı, Cenab-ı Hakk'ın ""İsm-i Adl ve Mukaddir"" ine yetişip, hendese âyinesinde o ismin Hakimane cilvelerini haşmetiyle müşahede etmektir.Meselâ: Tıbb bir fendir, hem bir san'attır. Onun da nihayeti ve hakikatı; Hakîm-i Mutlak'ın ""Şâfi"" ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan ruy-i zeminde Rahimane cilvelerini, edviyelerde görmekle, tıbb kemâlâtını bulur, hakikat olur.Mesela: Hakikat-ı mevcudattan bahseden Hikmetü'l-Eşyâ, Cenab-ı Hakk'ın (Celle Celâluhu) İsm-i Hakîm'inin tecelliyat-ı kübrasını, müdebbirane, mürebbiyane eşyada, menfaatlarında ve maslahatlarında görmekle ve o isme yetişmekle ve ona dayanmakla şu hikmet hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve malâyaniyat olur veya felsefe-i tabiiye misillü dalâlete yol açar.İşte sana üç misal!... Sâir kemalât ve fünunu bu üç misale kıyas et. İşte Kur'an-ı Hakîm şu âyette beşeri şimdiki terakkiyatında pek çok geri kaldığı en yüksek noktalara, en ileri hududa, en nihayet mertebelere, arkasına dest-i teşviki vurup, parmağıyla o mertebeleri göstererek: ""Haydi arş ileri"" diyor. S.) (Bak: Medeniyet)"
TERAKKİYÂT : Ottoman Turkish
ilerlemeler
TERAKKİŞİKEN : Ottoman Turkish
f. Terakkiyi kıran, ilerlemeyi önleyen, terakkinin aleyhinde bulunan
TERAKKU' : Ottoman Turkish
Sıkıntı ve emek ile kazanma
TERAKKUB : Ottoman Turkish
Bekleme, gözetleme, yol gözleme. * Ümit etme. * Muntazır olma
TERAKKUBÂT : Ottoman Turkish
(Terakkub. C.) Gözetlemeler, beklemeler
TERAKKUD : Ottoman Turkish
Acele etmek
TERAKKUK : Ottoman Turkish
Merhamete gelme, acıma
TERAKKUS : Ottoman Turkish
Raksetme, dansetme. * Devamlı aşağı inip yukarı çıkma
TERAKRUK : Ottoman Turkish
Parlama. Işıklı olma
TERAKUS : Ottoman Turkish
Karşılıklı olarak oynaşıp raksetme
TERAKÜB : Ottoman Turkish
Birbirine bağlanıp kenetlenme. * Birbirinin üzerine binme
TERAKÜL : Ottoman Turkish
Vuruşmak, döğüşmek
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani