Turkish Risale
MEŞUŞ : Turkish Risale
Mendil
MEŞVERET : Turkish Risale
Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre)
MEŞY : Turkish Risale
Yürüme
MEŞY-İ ASKERÎ : Turkish Risale
Asker yürüyüşü. Askerî yürüyüş
MEŞYEN : Turkish Risale
Yayan olarak, yürüyerek
MEŞYUHA : Turkish Risale
Yavşan otunun yetiştiği yer
MEŞYUM : Turkish Risale
Bedeninde beni olan, benli adam
MEŞÂKK : Turkish Risale
Eziyetler. Sıkıntılar. Meşakkatler. Mihnetler
MEŞÂKK-I HAYAT : Turkish Risale
Hayatın meşakkat, zahmet ve sıkıntıları
MEŞÂKKA : Turkish Risale
Muhalefet ve adâvet etmek. Karşı gelip düşmanlık yapmak
MEŞÎ : Turkish Risale
Yürüyüş. Gidiş. Doğru yola gitmek
MEŞÎB : Turkish Risale
İhtiyarlık. Yaşlılık. Saç ağarması
MEŞÎD : Turkish Risale
Harçla yapılmış sağlam bina. Sıvanmış bina
MEŞÜVV : Turkish Risale
Müshil
MEŞİET : Turkish Risale
Meşiyyet. Dilemek. İrade. Arzu. Matlub. Murad. İstek
MEŞİET-İ HÂSSA-İ İLÂHİYYE : Turkish Risale
Allah'a ait, O'na mahsus meşiet, dilek, arzu ve işler
MEŞİH : Turkish Risale
Göğsü çukur, kanbur
MEŞİHAT : Turkish Risale
Mürşidlik, şeyhlik. * Eskiden İstanbul'da din işlerini tedvir eden Osmanlı Devletinin Diyanet İşleri Dairesi
MEŞİHAT-I İSLÂMİYYE : Turkish Risale
İslâmî işlerin ilmî mes'eleleri ile uğraşan devlet dairesi.(Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiyye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul'un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyle ise, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimad edebilsin. Hem menba', hem ma'kes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkiyle ifa edebilsin.Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferid bir şahıs olabilirdi. Onun fikrini tashih ve tadil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatden çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevidir ki, şûralar o ruhu temsil eder.şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şura-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevi olmak gerektir. Tâ ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taalluk eden noktalardan, sırat-ı müstakime sevkedebilsin. Yoksa ferd dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevisine karşı sivri sinek kadar kalır. Şu mühim mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye maruz bırakıyor.Hatta diyebiliriz, şimdiki za'f-ı diyânet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaydlık ve içtihadâtdaki fevza, Meşihatın za'fından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü, haricde bir adam re'yini, ferdiyete istinad eden meşihate karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûraya istinad eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır.Her müstaid çendan içtihad edebilir. Lâkin içtihadı o vakit düstur-ul-amel olur ki, bir nevi icma' veya cumhurun tasdikine iktiran eder. Böyle bir Şeyh-ül-islâm mânen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı garrada dâima icma' ve rey-i cumhur, medar-ı fetva olduğu gibi, şimdi de fevza-i âra' için, böyle bir faysala lüzum-u kat'i vardır. R.N.)
MEŞİK : Turkish Risale
İnce uzun nesne. * Giyilmiş kaftan
MEŞİM : Turkish Risale
Benli kimse
MEŞİME : Turkish Risale
(C.: Meşâim) Dölyatağı, ana rahmi
MEŞİYYET : Turkish Risale
(Bak: Meşiet)
MEŞŞ : Turkish Risale
Elini bez ile silmek. * Bir şeyi aldıktan sonra yine almak. * Davarın sütünü sağıp bazısını koymak
MEŞŞAT(A) : Turkish Risale
Tarak yapan, tarakçı. * Süsleyen, tarayan
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani