Multilingual Turkish Dictionary

Ottoman Turkish

Ottoman Turkish
SEYLAB : Ottoman Turkish

(Seylâbe) f. Taşkın su, sel

SEYLAB : Ottoman Turkish

taşkın akan su, sel

SEYLABE-İ HUN : Ottoman Turkish

Kan seli

SEYLHİZ : Ottoman Turkish

f. Taşkın ve coşkun su

SEYNA' : Ottoman Turkish

Bir ağacın adı. * Ağaç, şecer

SEYR : Ottoman Turkish

Yürüyüş. * Eğlenme ve ibret için bakma. Gezip görme. * Görülecek şey ve yer. * Uzaktan bakıp karışmama. * Yolculuk

SEYR : Ottoman Turkish

etrafa bakınarak gezinme

SEYR Ü SEFER : Ottoman Turkish

Gidiş geliş. Trafik

SEYR Ü SEYELÂN : Ottoman Turkish

Devamlı akıp gitme ve değişme

SEYR Ü SÜLUK : Ottoman Turkish

Tas: Takib edilecek usûl. Bir terbiye yoluna girip devam etme. Tarikata devam etme

SEYR-İ ENFÜSÎ : Ottoman Turkish

Hafî tariklerin çoğunda takib edilen ve nefsinin iç âlemindeki delillerle, vasıtalarla tekâmüle gidenlerin usûlü. (Bak: Seyr-i âfâkî)

SEYR-İ FİLMENÂM : Ottoman Turkish

Uykudaki veya rüyadaki seyr. (Bak: Seyr)

SEYR-İ ÂFÂKÎ : Ottoman Turkish

"Terbiye ve mâneviyatta tekâmül yollarında, hariç âlemden, âfaktan başlamak suretiyle bulunan delillerle tekâmül edip nefsini ıslâh ve imâni ve Kur'âni hakikatlarda terakki etmek usulü.(Tarikatta ""seyr-i enfüsi"" ve ""seyr-i âfâki"" tâbirleri altında iki meşreb var.Enfüsi meşrebi; nefisden başlar, hariçten gözünü çeker, kalbe bakar, enaniyeti deler geçer, kalbinden yol açar, hakikatı bulur. Sonra âfâka girer. O vakit âfâkı nurâni görür. Çabuk o seyri bitirir. Enfüsi dairesinde gördüğü hakikatı, büyük bir mikyasta onda da görür. Turuk-u hafiyyenin çoğu bu yol ile gidiyor. Bunun da en mühim esası; enaniyeti kırmak, hevayı terketmek, nefsi öldürmektir.İkinci meşreb; âfaktan başlar, o dâire-i kübranın mezâhirinde cilve-i Esmâ ve Sıfâtı seyredip, sonra dâire-i enfüsiyyeye girer. Küçük bir mikyasta, dâire-i kalbinde o envârı müşahede edip, onda en yakın yolu açar. Kalb, âyine-i Samed olduğunu görür, aradığı maksada vâsıl olur.İşte birinci meşrebde süluk eden insanlar nefs-i emmareyi öldürmeye muvaffak olamazsa, hevâyı terkedip enaniyeti kırmazsa, şükür makamından, fahr makamına düşer; fahirden gurura sukut eder. Eğer muhabbetten gelen bir incizab ve incizabtan gelen bir nevi sekir beraber bulunsa, ""şatahat"" nâmiyle haddinden çok fazla dâvalar ondan sudur eder. Hem kendi zarar eder, hem başkasının zararına sebeb olur. M.)"

SEYR-İ ŞUUNÂT : Ottoman Turkish

Kâinattaki hâdiseleri seyredip, görüp hakikatını anlamağa çalışmak. * Hâdiselerin bir halde kalmayıp akışı, değişmesi

SEYRAN : Ottoman Turkish

(Aslı: Seyeran) Gezme, gezinme. Bakıp görme. * Hareket etme. * Açılma, ferahlanma, teferrüc

SEYRAN : Ottoman Turkish

gezinti

SEYRANGÂH : Ottoman Turkish

f. Seyir yeri. Gezme ve eğlenme yeri

SEYRANGÂH : Ottoman Turkish

güzel manzaralı gezinti yeri

SEYRİSÜLÛK : Ottoman Turkish

manen yükselmek için bir yola girip yürümek

SEYRURET : Ottoman Turkish

Yürümek, gezmek

SEYRÜSEFER : Ottoman Turkish

gezinti ve yolculuk

SEYTEL : Ottoman Turkish

Vahşi sığır

SEYTERE : Ottoman Turkish

Havâle olunmak

SEYYAD : Ottoman Turkish

Avcı. (Bak: Sayyad)

SEYYAF : Ottoman Turkish

(Seyf. den) Kılıçlı. * Kılıç yapan, kılıççı. * Cellât