English
HARVEST : English Turkish
v. hasat kaldırmak, biçmek, toplamak, saklamak, idareli kullanmak
HARVEST BUG : English Turkish
n. kadife böceği
HARVEST FESTIVAL : English Turkish
hasat bayramı
HARVEST HOME : English Turkish
hasat mevsiminin sonu, harman sonu, harman sonu ziyafeti, hasat şarkısı
HARVEST MITE : English Turkish
kadife böceği
HARVEST MOON : English Turkish
hasat dolunayı
HARVEST MOUSE : English Turkish
cüce sıçan
HARVESTABLE : English Turkish
adj. hasat edilebilir, biçilebilir, bir yere toplanabilir
HARVESTER : English Turkish
n. hasatçı, orakçı, orak, biçerdöver, harman makinesi
HARVESTER THRESHER : English Turkish
n. biçerdöver
HARVESTING : English Turkish
n. ekin biçme
HARVESTMAN : English Turkish
n. hasatçı, hasat işi ile uğraşan kimse, hasat vakti tarlalarda çalışan kimse; örümcek, küçük beden ve çok uzun bacakları olan örümcek türleri
HARVESTTIME : English Turkish
n. hasat vakti, yıl içerisinde ürünü yerden toplama zamanı (genellikle sonbahar)
HARVEY : English Turkish
n. Harvey, erkek ismi; soyadı; Kansas'da bir vilâyet (ABD); İllinois'de bir şehir (ABD); William Harvey (
1657), kan dolaşımını bulan İngiliz anatomist; 6 fit 3 inçlik görünmez tavşan arkadaşı olan biraz acayip bir adamı anlatan 1950 yapımı James Stewart'ın başrolde oynadığı Amerikan filmi
HARVEY MILK : English Turkish
Harvey Milk, (
1978) Amerikalı siyasetçi ve eşcinsel hakları aktivisti, San Fransisko'da belediye yönetim pozisyonuna seçilen ve eşcinsel olduğunu gizlemeyen ilk eşcinsel kişi (eski şehir yöneticisi Dan White tarafından öldürülmüştür)
HARVEY WILLIAM : English Turkish
Harvey William, (
1657) kan dolaşımının vücuttan geçmesini ilk defa gösteren İngiliz doktor
HAS A BACHELOR'S DEGREE : English Turkish
lisans derecesine sahip, akademi veya üniversitede birinci akademik dereceyi tamamladı (lisans derecesi)
HAS A BEE IN HIS BONNET : English Turkish
kafasına takmak, kafasında sürekli bir düşünce var
HAS A BELLY FULL : English Turkish
gına geldi, yeterince sıktı, kızgın, bıkkın, aşırı miktarda var
HAS A BIG MOUTH : English Turkish
patavatsız, sır saklayamaz, her şeyi ağızından kaçırır; sessiz kalamaz, düşünmeden konuşur
HAS A BONE TO PICK WITH : English Turkish
görülecek bir hesabı var, biriyle tartışma durumu var, biriyle anlaşmazlık durumu var; sorunun kaynağı ile görüşmesi gereken büyük bir soruna sahip
HAS A CAR : English Turkish
arabaya sahip, otomobile sahip
HAS A CHANCE : English Turkish
şansı var, imkanı var, şansa sahip
HAS A CLEAR CONSCIENCE : English Turkish
vicdanı rahat, yanlış bir şey yapmamış gibi hissediyor, birşey hakkında kendini suçlu hissedecek bir durum yok
HAS A COLD : English Turkish
nezle olmuş, soğuk algınlığı kapmış
- Azerbaijani
- Azerbaijani To Azerbaijani
- Azerbaijani To English
- Azerbaijani To Persian(Farsi)
- Turkish
- Turkish To Turkish
- Turkish To English
- Turkish To Germany
- Turkish To French
- English
- English To Azerbaijani
- English To Turkish
- Germany
- Germany To Turkish
- French
- French To Turkish
- تورکجه
- تورکجه To Persian(Farsi)
- تورکجه To تورکجه
- Persian(Farsi)
- Persian(Farsi) To Azerbaijani