Multilingual Turkish Dictionary

English

English
GLUCOSE : English Turkish Redhouse

glu.coseglu'kos isim glikoz

GLUE : English Turkish Redhouse

glueglu isim zamk. fiil zamklamak

GLUM : English Turkish Redhouse

glumgl^m sıfat (glummer, glummest)
asık suratlı, somurtuk.
kasvet veren

GLUT : English Turkish Redhouse

glutgl^t isim aşırı miktar: There's a glut of turnips on the market. Piyasa şalgama boğuldu. fiil (glutted, glutting) bakınız glut oneself with glut oneself on glut the market with

GLUT ONESELF ON : English Turkish Redhouse

-i tıka basa yemek: They glutted themselves on pears. Armutları tıka basa yediler

GLUT ONESELF WITH : English Turkish Redhouse

-i tıka basa yemek: They glutted themselves on pears. Armutları tıka basa yediler

GLUT THE MARKET WITH : English Turkish Redhouse

piyasayı (aşırı miktarda mala) boğmak: She glutted the market with bananas. Piyasayı muza boğdu

GLUTINOUS : English Turkish Redhouse

glu.ti.nousglut'ınıs sıfat tutkala benzer, yapış yapış

GLUTTON : English Turkish Redhouse

glut.tongl^t'ın isim obur

GLUTTONOUS : English Turkish Redhouse

glut.ton.oussıfat obur

GLUTTONY : English Turkish Redhouse

glut.ton.ygl^t'ıni isim oburluk

GLYCERIN : English Turkish Redhouse

glyc.er.inglîs'ırîn isim gliserin

GLYCERINE : English Turkish Redhouse

glyc.er.ineglîs'ırîn isim gliserin

GMT : English Turkish Redhouse

GMTci'em'ti' kısaltma Greenwich Mean Time

GNARLED : English Turkish Redhouse

gnarlednarld sıfat boğum boğum

GNASH : English Turkish Redhouse

gnashnäş fiil (diş) gıcırdatmak

GNAT : English Turkish Redhouse

gnatnät isim
tatarcık.
titrersinek

GNAW : English Turkish Redhouse

gnawnô fiil kemirmek

GNOME : English Turkish Redhouse

gnomenom isim (peri masallarında) cüce

GNP : English Turkish Redhouse

GNPci'en'pi' kısaltma gross national product

GO : English Turkish Redhouse

gogo fiil (went, gone)
gitmek.
e çıkmak: She's gone shopping. Alışverişe çıktı. They've gone for a walk. Onlar yürüyüşe çıktı.
(bir şeyin) yeri (belirli bir) yer olmak: That book goes there. O kitabın yeri orası.
(makine) işlemek, çalışmak.
olmak: Mehmet's gone crazy. Mehmet delirdi. That bank's gone private. O banka özel sektöre geçti.
(belirli bir) durumda kalmak: Her screams went unheard. Çığlıkları duyulmadı. He went hungry all day. Gün boyunca aç kaldı.
gitmek, satılmak: The apartment went for a song. Daire çok ucuza gitti.
(on) (para) gitmek, harcanmak: One third of his salary goes on rent. Maaşının üçte biri kiraya gidiyor.
yok olmak, kaybolmak; (zaman, mevsim) uçup gitmek.
ortadan kaldırılmak; işten çıkarılmak; yürürlükten kaldırılmak: The chairman must go; that's certain. Başkan gitmeli; orası kesin.
gitmek, ölmek: I know they'll sell this farm once I'm gone. Ben gittikten sonra bu çiftliği satacaklarını biliyorum.
(zaman, toplantı) geçmek; (hayat, işler) (herhangi bir durumda) olmak, gitmek: How'd the meeting go? Toplantı nasıl geçti? How's it going? İşler nasıl gidiyor?
(şiir, tekerleme v.b.'nin sözleri, müziğin nağmesi) (belirli bir biçimde) olmak: The first line of the rhyme goes like this:"Little Miss Muffet sat on a tuffet." Tekerlemenin ilk satırı şöyle: "Minnacık Matmazel Muffet bir ot kümesi üstünde oturuyordu."
matematik into (bir sayı) (başka bir sayıyı) bölmek: Five won't go into four. Beş dördü bölemez.

GO A LONG WAY TOWARDS : English Turkish Redhouse

(bir şey) çok katkıda bulunmak, çok yararlı olmak: This'll go a long way towards making up for what you did. Bu, yaptığını affettirmeye bayağı yardımcı olur

GO ABOARD : English Turkish Redhouse

inmek

GO ABOUT : English Turkish Redhouse

denizcilikle ilgilitiramola etmek

GO ABOUT A TASK : English Turkish Redhouse

ir işi ele almak, bir işe başlamak