Multilingual Turkish Dictionary

Germany

Germany
GEKREISCH : German Turkish

n pej. yaygaracilik, ba^ins, ^iglik

GEKREUZT : German Turkish

l. capraz
(m. anderer Rasse) kirma;
er Scheck H cizgili cek;
er Seegang naut\\ kontra denizler; capanz deniz

GEKRITZEL : German Turkish

n pej. ecis bücüs (od. kargacik burgacik) yazi; karalama

GEKRÄCHZE : German Turkish

n. l. kargalann gaklamasi
(P,) bo§uk sesie konusma

GEKRÖSE : German Turkish

n an. barsak askisi; mesarika

GEKÖRNT : German Turkish

taneli

GELABBER : German Turkish

n F nargile suyu

GELAGE : German Turkish

n l. ziyafet
(Zecherei) icki älemi; V: cilingir sofrasi

GELANGEN : German Turkish

(an, in, zu) varmak, ulasmak, yetismek, ermek, erismek, boyiamak, nail olm.; in j-s Hände ~ b-nin eline gecmek; Nachrichten, die nach Berlin gelangt sind, besagen
.
Berline akseden haberlere göre
.; den Brief an den Adressaten ^ lassen mektubu yerine de^-dirmek; zum Abschluß ~ sonuclanmak; zur Aufführung ^ (Th., Konzert) icra mevkiine konulmak; zu Geld ~ servete kavusmak, sahip olm

GELASSEN : German Turkish

(Adj.) sakin, sükünetli, sogukkanh, havsalasi genis;hazimh; istifini bozmadan°heit/sak^nlik,sükünet, itidal, sogukkanlilik, tevekkül

GELATINE : German Turkish

jelatin 2ieren (intr.ltr.) jelatinles(tir)mek, pel-teles(tir)mek

GELAUFE : German Turkish

n pej. öteye beriye kosma; kosup durma

GELAUNT : German Turkish

mizach, huyiu; gut ~ keyifli, neseli; schlecht ^ keyifsiz, nesesiz

GELAß : German Turkish

n oda, göz, bölme

GELB : German Turkish

san; ~ werden sararmak; °er Fluß (Huangho; China) n.pr. Sarnrmak; 9es Meer n.pr. Sandeniz;
e Rübe bot. havuc;
e Rasse san irk; ~ und rot bedruckter Kattun sanli kirmizili basma °e (im Ei) n yumurta sansi

GELBBEEREN : German Turkish

pl.bot. alacehri; san boya °braun l. sanya bakan kahverenci
^Pferd) yagiz kula
fieber n med. san humma
fiebermücke / z», cizgili sinek
filter m, n phot. san ekran 2grün sanya calan yesil
gicßer m pirinc dökmecisi
guß m san {od. dökrne) pirinc
holz n bot. san boya agaci: somak; dikenli disbuclak agaci
kreuz n (Giftgas) iperit; san salip; hardal gazi ^lich sanmsi, sanrntirak, sanca; saz renginde; (schmutzig-weiß) bak-laciccgi; mit
em Teint san benizli ^lich.b^aun (Augenfarbe) elä Slich.grau tahini; sanya kacan kursuni 211ch.gr.un filizi Qlich-rosa yavruagzi 91ich.rötHch turuncu
rust m (Getreidepilz) bot. bugdaypasi
Scheibe / phot. san ekran
Schnabel m s. Grünschnabel (\\).
schnabelsturmtaucher m zo. san gagall yelkovan
Spötter m zo. san miikallit
steißbülbül m zo. Arap bülbülü
sucht / med. yerekan, sanlik
Weiderich m bot. altinkamisi
wurzel/M. l. (sellerieblättrige) sankök
(Kurkuma) zerdecöp; hintsafrani

GELD : German Turkish

n \\. para, pul, ak»;e, nakit; V: papel
(Vermögen) dünyalik
H (Börse) istem, talcp; ^ wie Heu haben altin babasi olm.; bares ^ nakit para; umlaufendes ~ rayic akce; ~ regiert die Welt. Spr. Altin anahtar her kapiyi acar. Spr. Parayi veren düdügü calar. Spr.; ^ und Gut mal mülk; Er hat keinen Pfennig ~. Meteligi yoktur. Fülsü ahmere muhtac. es sich viel ^ kosten lassen bs ugrunda cok para feda etm.; sein ~ zurückziehen para-smi cikarmak; ^ sparen l. para biriktirmek
(zurücklegen) para saklamak; ^ scheffeln para kesmek; ^ haben para tutmak; parasi olm.; cebi para görmek; ~ verlieren l. para kaybetmek
(unnötig ausgeben müssen) para-dan cikmak
(alles ^ im Spiel) V: bayilmak; unglaublich viel ~ verdienen para yapmak; paraya para deme-mek; ein schönes Stück — epeyce para; auf seinem ~ sitzen dügüm dügüm üstüne atmak; cimrilik etm.; Für ^ tut er alles. Paranin yüzü sicaktir. Spr. Kirk paraya dokuz taklak atar. Spr., nicht für ~ und gute Worte hie bir suretle; asia, katiyen; Für ~ kann man den Teufel tanzen lassen. F Parayi veren düdügü calar. Spr.; im ^ schwimmen fig. altin babasi olm.; ins ~ laufen cok para tutmak; masraf kapisi acmak; nicht mit ^ zu bezahlen sein paha bicilmez olm.; um ^ spielen kumar oynamak; zu ~ kommen paralanmak; eli genislemek; zu. ^ machen paraya tahvil etm., satmak

GELDADEL : German Turkish

m l. para ile satm alinmis asalet unvani
kapitalistler, plutokrasi
angelegenheit / para meselesi
anläge / envestisman
anweisung / püsta havalesi; manda-post
aufwertung / revalorizasyon
ausgaben pl. masraf; para sarfi; ^ verursachen masraf kapisi acrnak
betrag m para miktan; meblag
beutel m l. para kesesi; portmone, F: portmen
(primitiver) cikm
(Vermögensverhältnisse) bütce; j-m den ~ aus der Tasche ziehen kapkac suretiyle calmak; Will man et. Gutes erstehen, so muß man schon tiefer in den — greifen. Ucuz etin yahnisi tatsiz olur. Spr. Ucuzdur vardir ilicti, pahalidir vardir hikmeti. Spr. Von Vaters ^ läßt sich trefflich leben! Babalik finn has isler.
börse/s.
beutet,
briet m parali mektup; klymeti mukaddereli mektup
briefträger m para havalelerini dagitan posta müvezzii
büße / s.
strafe,
entwertung / paranm klymetinin düsürülmesi; devalüasyon; devalori-zasyon.enflasyon

GELDESWERT : German Turkish

m: Geld und ^ para ve her türlü klymeti i esya

GELDGEBER : German Turkish

m

GELEE : German Turkish

n l. (Sülze) jele
bir nevi recel

GELEGEN : German Turkish

l. käin, bulunan
(passend) uygun, münasip, yerinde; Es kommt mir ~. tsime gelir. das nach der Straße
e Haus sokaga bakan ev; Mir ist viel daran ^. Buna cok ehemmiyet veriyorum; (yapmagi) ehemmiyetle arzu ediyorum. ~heit / l. firsat, sira; V: koipo
(Anlaß) vesile, münasebet
(Fahr-) vasita
(Zufall) tesadüf; Wenn sich noch einmal ^ bietet, hinzufahren... Bir daha git-mck nasip olursa...; Die — ist günstig. Saat bu saat. e-e passende ^ finden münasebet getirmek; sirasim düsürmek; aralik bulmak; meydan bulmak; ^ macht Diebe. Spr. Bai tutan parmak yalar. Spr.; ~ geben meydan birakmak; firsat vermek; ^ nehmen (zu) bir vesile-den faydalanmak; sich e-e ^ entgehen lassen firsatmi kacirmak; keine Zeit und ^ finden göz acamamak; die ^ benützen firsattan istifade etm.; V: kolposuna getirmek; günstige ^ av havasi; die ^ beim Schöpf packen firsati ganimet bilmek; auf e-e ^ lauern: e-e günstige ^ abwarten sira kollamak; bei ~ l. firsat düserse
(vorbeikommen) yolu düserse; bei jeder (sich kielenden) ~ her vesile ile; vakitli vakitsiz; münasebetli münasebetsiz; uyar uymaz; bei dieser ~ bu vesile ile; bilvesile

GELEGENHEITSARBEITER : German Turkish

m aylakci
kauf m kelepir, okazyon; elden düsme
schritt / zuhurat yazisi

GELEGENTLICH : German Turkish

l. arasira; arada bir; kimi vakit; kimi kez
(zufällig) tesadüft; ez kaza
s. bei Gelegenheit
(Präp. m.Gen.) münasebetiyle, vesilesiyle; Er kommt nur ^ einmal zu uns. 0, bize cat pat gelir

GELEHRIG : German Turkish

anlayisli, zeki, aklievvel; cabuk ögrenen Qsamkeit / alimlik, bilginlik
t cok malumatli, bilgili; malumat sahibi;
es Haus hum. malumat kumkumasi Qie m alim; ilim adami; bilgin; bilge sahibi; hakim; (großer) alläme 2ten.sprache/bilim dili Qt.heit/s. Gelehrsamkeit